29 Mart 2009 Pazar

sen dizime uzandın.ben sana bir hikaye anlattım..


Hikaye bu ya işte..Kadın hep paylaşmak üzerine kurmuştur hayatını.Gökyüzü ona göre pembedir hep.Kötü olsa da geçmiş,adı üstünde geçmişte kalmıştır.Belirsiz olsa da gelecek adı üstünde işte gelecek nasılsa..Mavi olur belki de..Onu her zaman güldüren,ağlamasına da izin veren dostlar edinmeli der hep.Ruhu yatıştırılmaya ihtiyaç duyduğunda nereye gideceğini de bilmeli.

Hikaye mi? Kadın dizlerine uzanan erkeğin saçlarının arasında gezdirmektedir parmaklarını.Şefkatle belki de.

- Neden kendi için yaşamaz insan ?
- Yapabilirsin.
- Ölmeden önce yapmalısın dedikleri var ya hani..10 madde mesela ..
- Ne istersin ?
- Kendi kendimi mimledim zannımca :)
- Uçuktur seninkiler ..
- Uçmakla başlayayım o zaman..Balon seyahati harika olurdu.
Bir oyunda oynayacağım zor bir rol..
5-6 tane çocuğum olsa..
Başlayıp bitiremediğim öykülerin sonu gelse..
Mantığımı yitirecek kadar aşık olsam..
Şirketimde Yönetim Kurulu'na girsem..
Mutfakta harikalar yaratabilsem :)
ben dizine uzansam,o saçlarımı okşasa,bana en güzel hikayesini anlatsa..
upuzun kuyruklu,bembeyaz kumaşı rüzgarda uçuşan bir elbiseyle,yalınayak yürüsem
sahilde..
- Yapabilirssiiiiinnn ...
- Kendim için diye başlarsam gerisi gelecek zaten...üfff kendi ruh halimden sıkıldım şimdi,tam da şu anda..kalk hadi kalk hikaye mikaye yok :)))töbe töbeee..


Sabuş'uma yazdım bugün uzun uzun.yerine kimseleri koyamadığım dostum,canım arkadaşım.gitti gideli bir yanım hep eksik.yerlere kapaklanarak güldüğümüz,eşşekler gibi ağladığımız mutfak sohbetlerinin yerini hiçbirşey tutmuyor.ruhum arınmak istediğinde güvenecek,sığınacak bir dost kapısı bulamıyor.karşılıksız,beklentisiz sevgiyi bulmak meğer ne zormuş.yazdım Sabuş'uma da.hemen olmasa da cebinde kelimelerle illa ki dikiliyorlar karşına.bıdı dıbıdı bıdı,bla bla bla....ah be Sabuş'um dön gari..çok yalnızım..çok soğuk ruhum..

ENDİPNOT: yeniden deniyorum.ama tek taraflı olmuyor.çaba ya da istek görmek mutlu ederdi beni farkındasın.yoksa neden burdasın..lütfen silkelen biraz ve tut artık elimden.ben istemiyorum artık toparlamak kimseyi.lütfen uzat elini...

20 Mart 2009 Cuma

siyah - beyaz kokuyor bu yazı ...


- Neden unutamıyorum ben seni ?
- Bize dair olumsuz çok az şey var hatıramda..
- Böcük böcük bakma bana öyle ..
- Offf..bu kahve ne kadar lezzetli..
- Ciddi olalım acuk,politikada farkındalık vahyoldu bana,sayende zannımca..
- Evet.. o şiiri seninle dinlemek ayrı bir keyif..
- Facebuk mu? o da ne ? ben çoktan gittim..
- özleşmişiz zannımca..
- Evet sen de benim için değerlisin..
- Çok severim bu kelimeyi..KIYMETLİM..
- Kendi kendime konuştuğumun resmidir..
- Sahi neden unutamıyorum ben seni ?

HEIDI'yi anasım geldi..beni andı zannımca :)


Renk renk kalemlerim var benim.Yeri,göğü istediğim gibi boyadığım.Gökyüzü pembe, ağaçlar mavi,güneş beyaz benim dünyamda.İnsanlar çöpten adam sokaklarda.Evlerinse mutlaka bir çatısı,tüten bir bacası,ortasından kenarlara tutturulmuş çiçekli perdeleri var.Etrafı çitle çevrilmiş bahçede mor,yeşil,somon rengi çiçekler,mavi gövdeli ağaçlar var.

Bir film senaryosu kafamda renkli dünyada geçecek olan.Kelimeler birbirine çarpıyor kendilerine yer bulabilme telaşıyla.Cümleler bütün hale gelebilmek için ter döküyor. Yönetmen motor demeden bitmeyecek bu koşturmaca.

Gökyüzü daha sıcak renkte olmalı,güneş sıcak sarı parlamalı.Çöpten adam,çöpten kadına daha sıkı sarılmalı,çöpten çocuklarının ellerini daha sıkı tutmalı.

Evin bacası tok tütmeli pof pof..Gökyüzü griye dönse bile hemen bir astar çekip, tekrar pembeye boyamalı, acele..

Hııımmm...ne güzel manzara :))

16 Mart 2009 Pazartesi

İZMİRRRR ... (Yılmaz Özdil'den)


Türkiye’den sıkıldığım zaman İzmir’e giderim ben.

Simite gevrek

deriz biz...

Çekirdeğe çiğdem.

Kordon elektrik

aleti değildir.

Kumru da kuş değildir

bizim için...

Yengen’i yeriz.

Sen sigorta dersin...

Biz asfalya deriz.

Uzatmayız...

Gidiyom geliyom deriz.

Domates dediğin, domat işte.

Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz. Bi oturuşta 60’ar 80’er midye yeriz, istifno severiz, cibez’e bayılırız; gece 3-4 gibi boyoz’a dalmazsak, kan şekerimiz düşer! Boş lafa karnımız toktur bu arada, tırışkadan teyyare gibi atasözlerimiz vardır...

*

Paraşüt kulesinden atlamayana kız vermezler; kızlarımızı da tavlayamazsın ha... Canı çekerse, o seni tavlar! Liseye giden kızının erkek arkadaşının olması kasmaz babaları; kendilerinin de kız arkadaşı vardı lisede... Bak iddia ediyorum, okey şampiyonası düzenlense, İzmirli kadınlar alır kupayı... Erkekleriyle kahveye giderler çünkü... Şaşırdın di mi? Al buna da şaşır, nargile içerler... Askılı giyerler, şortla gezerler, öküz gibi bakarsan, bi çakar, bi de duvardan yersin... Gönül Yazar’ız, Sezen Aksu’yuz; bir gül takıp da saçlarına, çıktı mı deprem sanırdın kantosuna, Karantinalı Despina’yız... Sensin Varoş! Biz tenekeli mahallede bile el ele gezeriz.

*

Erkeklerimiz de fena değildir hani... Detaya girmeyeyim, Ayhan Işık, Metin Oktay, Mustafa Denizli mesela, bi fikir verir sana... Ertuğrul Özkök’ün kırdığı cevizleri okuyoruz; eşi kafasına ütü atmış... Ayıptır söylemesi, Mahsun Kırmızıgül’le Alişan’ı ayırt edemeyiz biz.

*

Gülümseriz.

*

Enginarın başkentidir; İzmirlidir incir. Kazandibi hemşeri... 78 çeşit köftemiz olduğu için, McDonald’s’ın bunalıma girdiği tek şehirdir... Zeytinyağı severiz, dünyanın en boktan durumuna bile düşsek, zeytinyağı gibi üste çıkmayı daha çok severiz... Sana ne birader, keyfimizin káhyasıyız, yazlıklara gitmek için 8 şeritli otoyol yaptık; Güzelbahçe, Seferihisar, Urla, Karaburun, Çeşme, öbür tarafta Dikili, Foça, çipurayız... Pak Bahadur’u özleriz... Durup dururken faytona bineriz, bi yere gitmeyiz aslında, öööle turlarız... Hava güzel, daralırız, okulu ekeriz. Mezun olduktan sonra öğretmeniyle kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir’de.

*

Siz sembol diyorsunuz ama, saat kaç diye Saat Kulesi’ne bakanı bulamazsın, altında buluşanlar bile zahmet edip kafasını kaldırmaz, birbirine sorar saati! Rahatızdır... Çocukları Kemeraltı’da kaybederiz, alışverişe devam ederiz, esnaftan biri bulup getirir, çıkışta Kemeraltı Karakolu’ndan alırız... Ağlayıp zırlamak bi yana, çoğu dondurmayı bitirmediği için ayrılmak istemez karakoldan, iyi mi... Aceleye gelemeyiz! Bir sene önceden duyurmaya başla, de ki, 22 Ağustos saat 20’de tiyatro başlıyor... 20.30’da geliriz... Sanatçılar da İzmirliyse, tiyatro zaten 21’de filan başlar... Uçak 6 saat rötar yapsın, istifimizi bozmayız, bizim için ekstra bira içme vesilesidir bu... Kuyruk olmaz, çünkü kuyruk varsa, İzmirli sıkılır, gider. Pratiktir... 201 sokağı bulduysan, yanındaki 202’dir. Tek tek isim vermeye üşeniriz.

*

35’imiz var.

35 buçuğumuz da var.

34 plaka gördük mü, kapışırız... Arkadan sirenleriyle isterse Cumhurbaşkanı gelsin, bana mı sordu, tarladan gitsin, makam arabasına yol vermeyiz.

*

Özetle, arızayız!

*

Erkek çocuklarına en çok "Efe" adı konulan şehirdir orası... Zeybek duyduğumuzda, içimiz cız eder, kalkar oynarız. Hasan Tahsin orada, Kubilay orada, Latife Hanım orada, Zübeyde Hanım bize emanet, bize... Mustafa Kemal de, ağlar kadınlarımız... Sokak sokak, bulvar bulvar, Milli Mücadele Müzesi’dir... İstanbul’daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi falan yoktur orada... Ankara’daki gibi Cinnah Caddesi, Arjantin Caddesi de bulamazsın pek... Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı’nı teklif etmez hiç kimse.

*

Bakın, Tayyip Erdoğan dedim, aklıma geldi... Bugün İzmir’de miting yapacakmış Başbakan.

*

Kendisine ev sahibi olarak, Ayla Dikmen’in Kordon’da üstü açık otomobille gezerken söylediği ve Türkiye’nin anca yıllar sonra keşfettiği parçasını armağan ediyorum: "Ben söylerken gülmedin mi? Falımızda ayrılık var demedim mi? Anlamazdın, anlamazdın..."

15 Mart 2009 Pazar

mutsuzum..



epeydir yazamıyorum.mutsuzum.çok yorgunum.çok yoğun çalışıyorum.beni merak
ettiklerini söyleyen dostlarımadır bu not.comming soon dönücem.daha sağlıklı bir ruh haliyle umarım.pilatese başladım haftada üç gün.evdeki bilgisayarımı bir koliye koyup kaldırdım.işten gelir gelmez biraz kitap okuyup uyuyorum.haftada bir film izlemeye çalışıyorum.ama mutsuzum.

geçen akşam şehir dışından gelen bir arkadaşımla yemek yedik.'göründüğün gibi değilsin.bu sen değilsin.mutsuzsun aslında dedi' bana.tokat gibi geldi bana.belli etmemeye çalıştım ama o dakikadan sonra artık orada değildim.boyut değiştirdim sanki bir anda.üstünü örtüyorum beceriksizce dedim.olumsuzlukların üzerini mutluluk maskesiyle kapatıyorsun.aslında sonuçları daha da mutsuz ediyor beni ben farketmeden.

toparlıycam..az kaldı..hayatımın bir düzene girebilmesi için gerekli koşulların oluşmasına az kaldı.bu süre içinde ruh ve akıl sağlığımı yitirmemeye gayret ediyorum :)))

sanırım yine uzun bir es vericem.iyi haberlerle dönmek dileğiyle..:)) bash bash..

1 Mart 2009 Pazar

işi kırın...


Perihan Mağden'in kitabına başladım bu sabah.''Herkes Seni Söylüyor'' kitabın adı.çok seviyorum bu kadını.gazetedeki yazılarını da takip ederdim bir ara.epeydir ihmal ettim.yine gazetedeki köşe yazılarından oluşuyor kitap.çok keyifli.

bugün İzmir'e bahar geldi sanki.hava o kadar güzel ve güneşli ki hiç işe gidesim yok :(nasılsa öğlen gidicem işe deyip oyalanıyorum biraz.keyifli bir kahvaltı ettim.masamda açık duran kitabı okumaya devam ediyorum bişeyler yerken.hikayenin başlığına bakar mısın? 'İŞİ KIRIN'.Perihan Hn.beni yoldan çıkarabilecek dizeleri sıralamış arka arkaya.hava güzel.pırıl pırıl.böyle tatlı bir kış güneşi.ısıtıyor ama çok efendice.çok hakkaniyetli,kadir bilir bir hava.siz de bu güzelim havaların kadrini bilin.mesela bugün işi kırın...yöntemi de belirtmiş üstelik : izin almanız gereken mercii kimse,merciin önüne dikilin.elinizle ağzınızı kapayıp(sağ elinizle) sol elinizle midenizi gösterin.'ay ağzımı dahi açsam,kusabilirim gibi'.sonra masanıza gidip çantanızı kaptığınız gibi koşarak,kaçın.çıkın gidin hemen işyerinizden...

böyle zamanlarda emekli olmak,bisikletime ya da düldül model arabama binip dağ bayır gezmek,birkaç gün telefonu dahi açmadan yaşadığım şehirle bağlantıyı kesip nirvanaya nasıl ulaşırım'a kafayı yormak,japonlar gibi elimden fotoğraf makinesini düşürmeden gerekli gereksiz fotoğraflar çekmek,hiç bilmediğim,tatmadığım yemeklerden yiyip midemi bozmak,gittiğim yere özgü yöresel dansları beceriksizce yapmaya çalışmak, kulağıma kulaklığı takıp,farkında olmadan(!) yüksek sesle şarkılar söyleyerek sokaklarda yürümek,kendimi aşmak istiyorum.

artık anlıyorum ki,ya da artık kabul etmek zorundayım ki bu iş beni gerçekten çok yıpratıyor.kendimce çözüm arayışlarım var epeydir.şu kriz bi geçse de önümüzü görsek önce modu da kesmiyor artık beni.az daha frene basmam lazım biliyorum.mantığımla duygularım arasında gidip geliyorum.ama bu işten emekli olamayacağımı biliyorum.en azından olmamalıyım ki kafamda huni ile emeklilik pozları vermeyeyim:)bu aralar hep başarı ve kariyer hikayeleri denk geliyor bana gazetelerde.kocaman holdinglerin yönetim kurullarında ağır sorumluluklar altındayken bir anda yaşamak istedikleri hayatın bu olmadığına karar verip daha sade ama özledikleri gibi yaşamayı tercih eden cesur insanların hikayeleri.radikal kararlar alabilmek için yeterli cesaretim yok bu aralar biliyorum.ama ama ama benden bu kadar diyeceğim zamanın da çok uzak olmadığı hissedebiliyorum.

hayatı sorgulamaya başladığımda bir kaosa girdiğimi görüyorum.para amaç mıdır,araç mıdır?üretime mi katkı doğrudur,tüketime mi?yüreğinin götürdüğü yere mi gitmelisin, mantığının sesini mi dinlemelisin?aşk üzerine söylenenler yalan mıdır,aşk diye bişey var mıdır?seçilmiş hayatları mı,seçtiğin hayatı mı yaşamalısın?Polyanna mı doğrusunu yaptı,Don Kişot mu? dipsiz bir kuyu sanki...

masamda duran fotoğrafta kızım zeytin gözleri,hınzır gülüşüyle bana bakıyor.piki.. mesaj alındı tatlım.yola devam..:)

YASAL UYARI

Bu blogtaki yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilmeden kopyalanması,yayınlanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanununa aykırıdır ve suç unsuru oluşturur.